• Tıbb-i Nebevi
    • Sitemize Hoşgeldiniz
Tıbb-i Nebevi

   

İslam Ahlakı Ahde Vefa

                                             AHDE VEFA
      Muhabbet, dostluk ve bağlılıkta sebat, ahde riâyet ve verilen sözde durmak demek olan vefâ, İslâmî şiarlardan biri ve belki de en ehemmiyetlisidir. Çünkü her insan, imtihan edilmek üzere geldiği bu dünyâda, ruhlar âleminde vermiş olduğu söze sadâkatini ispât ettiği taktirde, hayatını mü’min olarak yaşar.
Kur’ân’a göre ahde vefâ, îmân ederek Allâh ile ahidleşmiş ve böylece kendisini hür iradesiyle kendisini sadakat yükümlülüğü altına sokmuş olan müminin ahlâkî bir borcudur. İster insanlara,ister Allah’a karşı verilmiş olsun her ahid ve söz, yükümlülük şartlarını taşıyan her insanı borçlu ve sorumlu kılar. Bu sorumluluğun yerine getirilmesine ahde vefâ veya ahde riâyet denilir. (Bakara, 2/177; Mü’minûn, 23/8).
 
      Cenâb-ı Hak; “Ey îmân edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin!” (el-Mâide 5/1) buyurmuştur. Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları bütün akidleriîfâ etmelidirler. Öncelikle imân bir akittir. Mü’min, îman ederek Allah’a karşı birtakım taahhütlerde bulunmaktadır. Bunun dışında insan, ferdî ve içtimâîbir çokakidler de yapar. Hangi türden olursa olsun, bütün bu akidlerin yerine getirilmesi gerekir. Zîrâdîninesâsı, îmânın hükmü ve Allah’ın emri budur.
      Fert ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı münâsebetlere, bunlar da çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın içtimâî ve iktisâdî hayatın gelişmesi ve devâm etmesi mümkün değildir. Bu sebeple insanların şikâyetlerinin önemli bir kısmı ve işlerin aksamasının temel sebebi ahde vefâsızlıktır. Yapılan akde uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir vazîfedir. Verdiği sözü tutmayan kimse, karşı tarafın hakkını ödememiş ve kendi vazîfesini de yerine getirmemiş olur.
       Allah:“Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.” (el-İsrâ 17/34) buyurarak kullarını bu hususta dikkatli olmaya çağırmaktadır. Bu güzel ahlâkı insanın özüne sindirmesi, kendi lehine olacağı gibi onun gereğini yerine getirmemesi de yine kendi aleyhine olacaktır. Ahdine vefâsızlık eden insanların çevrelerinde güvensizlik, kin ve öfke hâkim olurken, ahidlereriâyet edilen muhitlerde huzur ve sükûn teşekkül eder, herkes birbirine saygı ve sevgi ile bağlanır. Cenab-ı Hak bu kimselere büyük lütuflarda bulunacağını şöyle ifade etmektedir:“…Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (el-Feth 48/10)Bana olan ahdinize vefâ gösterin ki ben de size olan ahdimi îfâ edeyim!” (el-Bakara 2/40) buyurarak onlara da ahidlerini yerine getirmelerini emretmektedir.
      Allah Resûlü, hayâtı boyunca iş ortaklarına, ticârîmünâsebetlerdekimuhâtaplarına ve diğer insanlara karşı son derece dürüst davranmıştır. Üstelik ahde vefâ, nübüvvetten önceki dönemde de onun en bâriz vasfı olmuştur. Bir kimseye söz verdiğinde, onu ne pahasına olursa olsun yerine getirmiştir.
      Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ (r.a.) şöyle anlatıyor; “Bi’setten önce Resûlullah ile bir alış veriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’d ederek gittim. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Beni görünce sâdece:
      ‘Ey delikanlı! Bana eziyet ettin, üç gündür burada seni bekliyorum.’ buyurdu.” (EbûDâvûd, Edeb, 82)
      Habîb-i Ekrem’in bu bekleyişi, borcunu alabilmek için değil, verdiği söze sadâkatinden dolayı idi. Onun ahdine vefâ göstermesi o derece zirveleşmiştir ki düşmanları bile bu rahmetten istifâde etmişlerdir. 
      İslâm ahlâkının en mühim esaslarından biri olan ahde vefâ en güzel şekliyle Fahr-i Âlem Efendimiz’in şahsında yaşanmış ve onun fiil, söz ve hâllerinde sergilenmiştir. Âlemlere rahmet olan Efendimiz’in bu güzel ahlâkına sıkıca sarılmak, bütün insanlığın huzûr ve emniyetinin sağlanması yönünde atılan en mühim adım olacaktır. Dünyâ ve âhiretin mutluluğu bu esaslara bağlıdır.
      En büyük vefâkarlık, insanın Yaratanı’nı tanıması, kulluk vazîfesini yerine getirmesi ve O’nun verdiği nimetlerin kıymetini bilmesidir. En büyük nankörlük de kulun, Rabbi’ni inkâr etmesi, O’nun yüceliğini tanımamasıdır.
      Bir kerpiç parçasından hiç kimse vefâ beklemez. Vefâ, insana yakışan ve insana has bir haslettir. Bir mü’minin şahsiyet inşâsında, gönül dünyâsının olmazsa olmaz temel direklerinden biridir.
“…Verdiğiniz sözü yerine getirin! Çünkü verilen söz mes’ûliyetiîcâb ettirir.” (el-İsrâ, 34)
“Onlar emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.” (el-Mü’minûn, 8)
Vefâ en yüce hasletlerden biri olunca, Allah Teâlâ en yüce peygamberlerini de vefâ ile metheder. İbrahim –aleyhisselâm-’ı;
“Çok vefâkâr olan (ahdine vefâ gösteren) İbrahim…” (en-Necm, 37) ifadeleriyle takdir ve tekrîm buyurmuştur.
Fahri Kainat Efendimiz(s.a.v)’in ahde vefasız edenler için şu hadisleri nakledilmektedir.
Verdiği sözde durmayıp cayan gaddâr (zâlim), hâin kimse için kıyâmet günü bir sancak dikilir ve; "Dikkat olunsun bu sancak falan oğlu falanın ahde vefâsızlık alâmetidir" denilerek teşhîr edilir (gösterilir). (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i EbûDâvûd, Sünen-i Tirmizî)
Ahde vefâsızlığın yaygın hâl aldığı bir millette cinâyet çok olur... (Hadîs-i şerîf-Müsned-i EbûYa'lâ, Beyhekî, El-Müstedrek).
Cenab- Hak ferdi ve içtimai hayatımızdainsana en çok yakışan haslet ve muhabbetin en kıymetli bağı olan ahde vefayı ve yapılan sözleşmeye sadakat göstermeyi nasip eylesin.
  HAZIRLAYAN/ DERLEYEN: Esma Evin ERTAŞ